Dünya üzerinde hiç kimsenin, tek yumurta ikizlerinin bile tıpatıp aynı olmadığını biliyoruz. Her bireyin benzersizliği, genetik farklılıkların ve çevresel etkileşimlerin birleşiminden doğan bir mozaik gibi karşımıza çıkıyor. İki insanın tamamen aynı olması hem biyolojik mirasları hem de yaşadıkları deneyimleri düşündüğümüzde, neredeyse evrensel bir imkânsızlık gibi duruyor.
Bu benzersiz mozaik, hayatın karmaşıklığını ve çeşitliliğini yansıtır. Her birey, kendi eşsiz dokularıyla bu büyük tabloya katkıda bulunur. Genetik yapılarımız da birbirinden farklı hikâyeler anlatan DNA haritamızın başlangıcını oluşturuyor.
İzlerimiz, yaşamın tuhaf cilveleriyle şekillenirken aslında bir sonraki bölümde bu ilginç detayların nasıl birer hikâyeye dönüştüğünü keşfetmeye davet ediyor bizi. Çünkü bu mozaikteki her renkli parça, kendi başına bir macerayı simgeliyor. Şimdi, bu eşsiz hikayelerin perde arkasına bir göz atalım…
Tüm insanlardaki DNA’ların %99,9’unun aynı olduğu kanıtlandı.
DNA’mızın %99,9’unun ortak olması, insanlığın temel genetik benzerliklerini vurguluyor. Ancak bu paylaşılan mirasın içindeki yalnızca %0,1’lik bir fark, her birimizin benzersizliğini yaratıyor. Sonradan yapılan düzeltmeyle bu oran %0,5’e çıksa da genomun muazzam büyüklüğü göz önüne alındığında bu hâlâ oldukça küçük bir dilimdir.
İnsan genomu, yaklaşık olarak 3,2 milyar DNA kod harfini içerir. %0,5’i temsil eden bu fark, yaklaşık 16 milyon harfe denk gelir. Genetik kodun 4 harften oluştuğunu düşündüğümüzde bu 16 milyon harfin oluşturabileceği olası kombinasyon sayısı astronomik boyutlardadır. Bu da her bireyin genetik haritasının benzersiz bir kombinasyona sahip olduğu anlamına gelir.
Bu muazzam çeşitlilik, her birimizin genetik öyküsünü eşsiz kılar ve başkasıyla tamamen aynı genoma sahip olma olasılığını sıfıra indirir.
Çağlar Ertuğrul ve Jake Gyllenhaal
Tek yumurta ikizleri için de durum aynıdır. Doğduklarında durum tamamen eşitken zaman ilerledikçe genomlar farklılaşmaya başlar. Genetik farklılıkların temel kaynağı, her DNA kopyalanışında meydana gelen küçük değişikliklerdir. Bu süreç, tek bir harfin değişimiyle ortaya çıkan tek nükleotid polimorfizmi (SNP) olarak biliniyor.
Parmak izlerinin herkeste farklı olduğunu biliyoruz. Bu benzersiz izlerin oluşum süreci de oldukça karmaşık. Genlerin parmak izinin şeklini ve boyutunu belirlemedeki rolü kabul edilse de gelişmekte olan fetüsün parmak izi, sadece genetik faktörlerle sınırlı değildir. Peki etkili olan şey ne?
Rahim içindeki çeşitli etkenler, fetüsün parmak izini etkileyebilir.
Rahim duvarının uyguladığı basınçtan amniyotik sıvının akışkanlığına kadar çok sayıda faktörü içerir. İlginçtir ki tek yumurta ikizlerinin parmak izleri birbirine benzemekle birlikte, birbirinden ayırt edilebilecek kadar belirgin farklılıklar içerebilir. Bu durum, parmak izlerinin oluşumunda genetik determinizmin ötesinde çevresel etkenlerin de önemli bir rol oynadığını gösteriyor.
Bir diğer etken de birbirimizden ayırt edilmemizi sağlayan en önemli şey olan yüzümüzdür. Dünya üzerinde bulunan milyarlarca insanın hiçbiri “tam anlamıyla” birbirine benzemez. Çok büyük benzerlikler var, kabul ediyoruz. fakat işin biyolojik kısmına bakıldığında bir kulağımız bile ötekiyle aynı değil.
Size şaşıracağınız bir sır verelim mi? Aslında dünyada hiçbir insanın yürüyüşü bile aynı değil!
Evet, doğru duydunuz. Yürüyüş şekli de insanı insandan ayıran bir özellik. Ayağımızı diğerinin önüne koymak gibi basit bir hareket, aslında her birimizin kişisel dokunuşuyla şekillenen karmaşık bir eylem. Zamanla oturan kişiye özgü yürüyüş tarzı, bacak uzunluğu, kalça genişliği gibi fiziksel özelliklerin yanı sıra bacak kaslarını geliştirme alışkanlıkları gibi çevresel faktörlere de bağlıdır.
Bilim dünyası bunların yanında insanları kulaklarından tanıma konusunda ciddi bir çaba sarf ediyor. 3D tarama teknikleri ve kulakların o eşsiz geometrik detayları sayesinde birini bulanık bir kulak görüntüsünden bile %99,6 doğrulukla tanımanın mümkün olduğu söylenmekte. Yani artık Sherlock Holmes’un yerine bir kulak uzmanı da dedektiflik yapabilir!
Gelelim bir başka farklılık olan gözlere. Her gözdeki iris, sanki bir elmasın özel bir kesimine sahip gibi eşsizdir ve birbirine benzemez.
İngiltere, ABD, Kanada gibi birçok ülke, irisin bu benzersizliğini kimlik tespitinde kullanmaya yeşil ışık yaktı. Ancak burada bir paradoks var: Madem ikizler dahi birbirinin aynısı değil, o zaman aile bireylerinin irisi neden birbirine benziyor?
Bu sorunun cevabı, irisin içindeki karmaşık dünyada yatıyor. İris; kasların, bağların, kan damarlarının ve pigment hücrelerinin birbirine karıştığı bir tabakadır. İrisin rengi ve dokusu genetiktir, bu yüzden aile bireylerinin göz rengi ve irisin görüntüsü de benzerdir. Ancak işin sırrı, iris tarama sistemlerinin irisin rengine ve dokusuna değil, beneklerine ve çıkıntılarına odaklanmasında yatıyor.
Bu detaylar, anne karnında genetik kodlardan ziyade rastlantısal çevresel faktörlere bağlı olarak oluşur. Yani aslında irisin benzersizliği, aile bireylerinin irisinin birbirine benzerken bile mikro detaylarında saklıdır. Her birimizin irisinde gizlenmiş bir sanat eseri var gibi düşünebiliriz.
Her insanın kokusu, bir parmak izi gibidir.
Vücudumuz, kendi kokusal imzasını oluşturan karmaşık ve özgün bileşeni barındırıyor. Vücudumuzda bulunan salgılar, çeşitli bakterilere ev sahipliği yapar. İşte bu bakteriler, genellikle kokusuz olan salgıları da kendilerine özgü bir aromaya dönüştürürler. Ta da! İşte sizi eşsiz kılan o kokunuz böyle oluşuyor.
Bristol Üniversitesindeki bir ekip 44 farklı bileşiğin buharlaşarak oluşturduğu bir “termal bulut”un, bireyleri tanımlamak için kullanılabileceğini öne sürdü. Yani aslında çevremizi saran bu kokulu termal bulut sayesinde ilerleyen zamanlarda biyometrik pasaportlarda kendi özgün vücut kokumuzla tanımlanabileceğiz demek oluyor bu. Kulağa biraz ütopik gelse de yine de harika bir şeymiş gibi duruyor.
Gördüğümüz gibi bu dünya, her insanın benzersiz bir şaheser olduğu bir galeriyi aratmıyor. Her birimiz; parmak izleri, iris desenleri, vücut kokuları ve hatta tırnak yapıları ile eşsizliklerimizi taşıyoruz. İşte bu çeşitlilik, hayatın en güzel tablosunu oluşturuyor. Çünkü gerçek sanat, farklılıklarda yatar.