Günlük hayatımızda sıkça duyduğumuz, her an bizimle olan vitaminlerin neden harflerle isimlendirildiğini hiç düşündünüz mü?
A, B, C, D ve dahası… Bunlar, her zaman bizim bildiğimiz halleriyle isimlendirilmiyorlardı.
Belki isim bulunamadı, belki de akılda kolayca kalsın diyeydi. Peki ama bu harfler nasıl seçildi ve vitaminler neden zaman içinde yeniden adlandırıldı?
Vitaminler, sağlığımız ve vücut fonksiyonlarımız için gerekli olan organik bileşiklerdir.
Bu vitaminlerin keşfi ve adlandırılması da bilim dünyasında oldukça ilginç bir yolculuğa işaret ediyor. Bu moleküllerin keşfi, bilimin en heyecan verici dönemlerinden birinde gerçekleşti ve adlandırılmaları da zaman içinde evrim geçirdi.
Vitaminlerin keşfedilmesi, hayvanların neden belirli hastalıklara yakalandığını anlamak amacıyla yapılan araştırmalarla başladı. 20. yüzyılın başlarında, bilim insanları hayvanlarda besin eksikliğinin sebep olduğu hastalıkları incelediler ve bunların önlenmesi için gerekli olan bazı “bilinmeyen faktörler” olduğunu öne sürdüler.
İlk vitamin keşiflerinden biri, bilim insanı Cornelius Adrianus Pekelharing’e aitti.
Cornelius Adrianus Pekelharing
1905’te, sütün içinde büyüme için gerekli olan maddeleri belirtmişti. Ardından bir başka bilim insanı Casimir Funk, 1912’de pirinç üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda vitaminleri “amin benzeri organik bir faktör” olarak tanımladı ve böylece bizleri vitamin terimiyle tanıştırdı.
Vitaminlerin isimlendirme serüveni, Funk’ın bir molekülü izole etmesiyle başlamıştı. Bu molekül, beriberi hastalığını iyileştirdiği için basitçe “B vitamini” olarak adlandırıldı.
Çok geçmeden diğer vitaminler keşfedildi: İlk olarak A, sonra C, D ve E vitamini… K vitamininin adı ise koagülasyonun kısaltması olarak kanın pıhtılaşmasında rol oynaması nedeniyle verildi. Yani, vitamin hangi hastalığa iyi geliyorsa onun baş harfi ile isimlendirildi.
Daha sonra vitaminlerin özelliklerinin daha iyi öğrenilmesi, bu isimlendirme sistemini de değiştirdi.
1920’de Jack Cecil Drummond, vitaminlerin aminlerden ayırt edilmesi için “E” harfinin vitaminden çıkarılmasını ve “çözünür” sıfatının kaldırılmasını önerdi. Bu öneriyle vitaminler, daha basit bir isimlendirme sistemine de geçmiş oldu.
Yeni sisteme göre vitaminler, bizim de bildiğimiz gibi “A, B, C” gibi isimlerle anılmaya başlandı. Zamanla aralarındaki farklılıkların anlaşılmasıyla vitaminler, tekrar isimlendirilerek B vitamini gibi kompleks altında toplanmaya başlandı.
Bu komplekste B1 (Tiamin), B2 (Riboflavin), B3 (Niasin), B5 (Pantotenik asit), B6 (Piridoksin), B7 (Biyotin), B9 (Folik asit) ve B12 (Kobalamin) yer aldı.
Tabii günümüzde bu vitaminlerin isimlendirilmesi daha da gelişmiş oldu.
Bazı vitaminlerin yeniden sınıflandırılmasıyla E vitamininden K vitamini gibi çeşitli atlayışlar da yaşandı. Mesela F vitamini, artık esansiyel yağ asitlerini ifade ederken; G vitamini, B2 olarak kabul edildi ve H vitamini Biotin olarak adlandırılmaya başlandı.
Gördüğünüz gibi, başlangıçta alfabetik bir sistemle başlayan isimlendirme, zamanla daha basit ve anlaşılır bir hâl aldı ve günümüzde kullandığımız şekline büründü.