Günlük yaşantımızda sık karşılaştığımız iki temel kavram var: Şans ve olasılıklar. Başımıza güzel bir şey geldiğinde bunu olasılıklara mı bağlamalıyız, yoksa doğuştan şanslı olduğumuzu mu düşünmeliyiz? Bilimin bize söylemek istediği birkaç şey var.
Dünyaya geldiği andan beri insanlık, yaşantısı boyunca şans kavramını bazen doğaüstü güçlere bazen de tesadüflere bağladı. Başımıza çok mutlu olduğumuz bir şey geldiğinde kimisi bunu tesadüflere bağlar, kimisi ise doğuştan şanslı olduğunu ve bunu zaten yaşaması gerektiğini savunur.
Peki rastlantı dışında şans kavramı nasıl ele alınıyor; her şey tesadüf mü, yoksa yaşadığımız birçok şey birbirine mi bağlı? Bilim bunun için birkaç şey söylüyor.
Şans getireceğine inandığımız şeyler, hayatımızın birçok alanında yer alıyor.
Şansı kendimize çekmek ve başımıza güzel şeylerin gelmesi için somut şeylere ihtiyaç duymuşuzdur. Kapıya asılan ve şans getireceğine inanılan at nalları, bolluk ve bereket sağlayan fil ve deve figürleri, maddi kazanç sağlamak için nar ve ametist, kuvars ve sitrin gibi doğal taşlara çeşitli olgular atfetmişizdir. Şans için sadece somut şeyler değil, tarih boyunca birçok ritüel de karşımıza çıkıyor.
Yeni bir eve sağ ayakla girmek, banyo yaparken veya el yıkama esnasında sağ taraftan başlamak ve aynı isimde iki kişinin arasında oturduğunda tuttuğumuz dileklerin kabul olması gibi birçok alışkanlığın şans getireceğine inanılır.
Bunun yanı sıra siyah kedi görmenin, merdiven altından geçmenin ve ayakkabı veya terliğin ters dönmesi uğursuzluk getireceği gibi sol el kaşındığı zaman para kaybının olacağı düşüncesi kötü şansa atfettiğimiz değerlerin başında geliyor.
Peki şans konusunda neden hayatımızda bu tür batıl inançlar yer edindi?
Aslında bu tür alışkanlıklar ve inanışlar, psikolojik amaçlara teşvik ediyor. Siyah bir kedinin veya merdiven altından geçmenin bilimsel olarak kötü şans getirdiğine dair nesnel bir bilgi yok. Yeni bir eve sol ayakla girdiğimizde başımıza kötü bir şey gelir mi? Veya ters dönen bir ayakkabıyı düzeltmediğimiz zaman kötü şans peşimizde mi olur?
Saydığımız ve sayabileceğimiz birçok şey, görünürde birbiriyle bağlantılı şeyler değil. Ancak insanlık tarihi boyunca bu tür olaylar başka şeylerle eşleştirildi ve birer alışkanlıktan öte, bir inanış şekline geldi. Bu alışkanlık ve inanışlar, olmasını istediğimiz şey için birer yol ve yöntem aslında.
Böyle düşününce aklımıza iki şey geliyor: totem ve plasebo etkisi.
Üzerinizde baskılı beyaz bir tişört var diyelim. Bu tişörtü her giydiğinizde tuttuğunuz takım maçı kazanıyor veya o gün gününüz çok güzel geçiyor. Zamanla başınıza güzel şeylerin gelmesini o tişört ile bağdaştırabilirsiniz. Baskılı beyaz tişörtünüz size şans ve uğur getirir çünkü o sizin toteminiz olmuştur.
Peki hastayken biri size çorba yaptığında “şifa olsun” diyerek o çorbayı içirdi mi? Veya iyileşeceğinize inanarak doktorun size verdiği düşük miligramlı bir ilacı içtikten sonra hemen iyileştiniz mi? Kısaca plasebo etkisini deneyimlediniz mi? Birçoğunuz bu soruya evet diyecek çünkü birçok insan farkında olmadan plasebo etkisini yaşıyor.
Özellikle sıraladığımız totem ve plasebo etkisi, bilim insanlarına göre insanların sosyal bağını güçlendiren etmenler arasında. Bu inanç şekilleri, davranış bilimlerinde evrimsel bir süreçten geçiyor. Saydığımız birçok şey birbiriyle etkileşim hâlinde olduğu için insanların sosyalleşmesi ve etkileşimlerinin artması kaçınılmaz oluyor. Bilim insanlarının yaptığı araştırmaya buradan ulaşabilirsiniz.
Eğer öyleyse neden herkes şanslı değil?
Çevremizde bizden daha şanslı insanlar görürüz, değil mi? Ya da hayatında pek çok şeyin yolunda gitmediği birini görünce şansının yaver gitmediğini düşünürüz. Bu tür durumlar, kişinin düşünce yapısından kaynaklanıyor. Hertfordshire Üniversitesinde psikoloji profesörü olan Richard Wiseman’e göre şansı artıran dört ilke mevcut.
- Fırsata açıklık
- Sezgileri ve iç güdüleri dinleme
- İyimser bir inanç
- Kötü ihtimalleri düşünüp olayları kontrol altına alabilme
Şanslı insanlar fırsatlara daima açıktır.
Wiseman, şanslı insanların fırsatlara açık olduklarını söylüyor. İlk olarak tesadüfi bir şekilde fırsatları şansa çevirmek ve en azından böyle bir çaba göstermek bile beraberinde şansı getirir. Yeni deneyimlere açık olmak, yanında iyi ihtimalleri de bulundurur.
Sezgileri dinlemek, şansın kapılarını aralar.
Şanslı insanlar aynı zamanda sezgilerine güvenir ve içgüdülerine göre hareket ederler. Sezgileri olumlu anlamda dinlemek ise meditasyon yapmaktan geçiyor.
Yoga Gerçekten Sağlığa Faydalı mı, Yoksa Sadece Abartılan Bir Modadan mı İbaret?
İyi düşün, iyi olsun.
Kendini gerçekleştiren kehaneti duymuş olmalısınız. İyimser bir inanca sahip insanlar, kendilerine daha iyi ve daha güzel olasılıkları çekerek kötü şansı defederek iyi şansı gerçekleştirirler. Kişinin niyeti neyse karşısına o çıkar.
Kötü ihtimali düşünerek iyiye odaklanmak da şansı beraberinde getirir.
Hayatta kalabilme mekanizması olarak geliştirdiğimiz kötü ihtimal düşüncesi, durumları kontrol altına almamıza yardımcı olabiliyor. Her zaman olmamakla birlikte kötü ihtimali düşünmek, iyiyi nasıl elde edebileceğimize dair bize hayatın içinden ipuçları gösteriyor.
Tabii sadece düşünce yapısı değil, şans konusunda aynı zamanda birçok etmen sıralayabiliriz.
Yapılan araştırmalar, şansın sadece düşünce yapısına değil aynı zamanda birçok şeye bağlı olduğunu gösteriyor. Doğduğumuz coğrafya, sosyal statümüz, ekonomik durumumuz ve hatta ismimiz bile şansımızı etkileyebilir. Yapılan ilginç bir araştırmada ise kulağa daha erkeksi gelen isimlere sahip kadınlar, hukuk ve siyaset gibi alanlarda daha etkin rol oynayabildiğini gösteriyor. Araştırmaya buradan ulaşabilirsiniz.
Sonuç olarak siyah bir kedi görmek veya bir boy aynasının birdenbire kırılması, kötü şans getirmez. Aynı zamanda dört yapraklı yonca görmek veya deve figürlerini kullanmak, bolluk ve bereket getirmeyeceği gibi iyi şans ile karşılaşmamıza yardımcı olmaz. Önemli olan, şansa nasıl baktığımız ve fırsatları nasıl değerlendirdiğimizdir.