Günümüzde Latinceye yaygın olarak tıp ve biyoloji alanlarında rastlıyoruz. Bilimde kullanılan Latinceyi bu kadar özel kılan sebebi ise kesinlikle kulağa çok havalı gelmesi değil.
Elde edilen tüm veriler, kökeninin tüm dilleri aşarak bilimsel bir topluluğun kendi aralarında sohbet edebilmelerine dayandığını gösteriyor. Peki işin aslı gerçekten de böyle mi?
Belki birçoğunuz haklı olarak dünyada ortak dil olarak kullandığımız “İngilizce neden bilim dili olarak kullanılmıyor?” diyebilirsiniz. Fakat bilimsel anlamda kullanılmasının sebebini öğrendiğinizde bu duruma hak vereceksiniz.
Kökeni Carl Linnaeus’un çalışmalarına kadar uzanıyor.
Linnaeus, bilimsel olarak herkesin konuşabileceği ve birbirlerinin ne demek istediklerini anlayacakları ortak bir dil yaratmak istemiş; ortaya da Latince çıkmış. Bilimde sınıflandırma terimleriyle türleri tanımlamak için sadece iki Latince kelimeden oluşan ikili isimlendirme sistemini de böylece doğurmuş.
Peki bilim için Latincenin tercih edilmesinin ana sebebi neydi?
En basit anlamla ifade edeceksek bunun sebebi Latincenin ölü bir dil olması. Hiçbir millet ve devlet Latinceyi ana dil olarak kullanmıyor, bu da dilin değişmemesini sağlıyordu. Böylece bilim insanları, bilim adına bu dile sahip çıkmaya karar verdiler ama 18. yüzyıldan itibaren bilim adına diğer dillerle de yayınlar yapılmaya başlandı.
Dillerin değişmesi Latinceyi öldürmedi elbette. Hala kullanan bilim insanları vardı, ki günümüzde bile birçok alanda aktif olarak kullanıyoruz.
İkili adlandırma sisteminin bilim için önemi büyüktür.
18. yüzyıldan önce Dünya’daki canlılar için belirli bir adlandırma sistemi yoktu. Bilim insanları, aynı şeyi tartışsalar da bundan bihaberlerdi çünkü ortak bir terim yoktu. Bu durum da tarif etmeyi zorlaştırıcı bir etmendi, bilimde yanlışa yer olmadığı gibi ekstra hata payını artıran bir durum söz konusuydu.
Problemin üstesinden gelmek adına İsveçli biyolog Carl Linnaeus, günümüzde hala kullandığımız önemli isimlendirme sistemini icat etti. Bundan dolayı kendisine isimlendirme ve sınıflandırma bilimi olan “taksonominin babası” unvanı da verildi.
Carl Linnaeus; dişi ve erkek organ sayısı, bitkinin çiçekli olup olmadığı gibi sınıflandırmalar yapıyordu.
Doğa bilimciler, Linnaeus’un sınıflandırma yöntemlerini ve taksonomi çalışmasını uzun yıllar kullandılar. Ama bu sınıflandırma her zaman doğal ilişkilere dayanmadığından orijinal sistemin değiştirilmiş halleri tercih edildi. Benzer bir sınıflandırmayı hayvanlar alemine de uyarladı ama aynı türden bir başarı elde edemedi.
Ölü bir dil olduğu için bazı terimlerin okunuşu sizi korkutmasın. Çünkü kimse tam olarak nasıl telaffuz edildiğini bilmiyor.
Bir böcekbilimci olan Arnold Menke, 1977’de bir böcek türü keşfediyor. Bu türün daha önce karşılaştığı türlere benzemediğini görerek yanındaki kişiye dönüp “Aha, bambaşka bir tür” diyor ve yanındaki kişi de anlamayarak “Ha?” tepkisini veriyor. İşte böylelikle keşfettiği yeni tür olan Avustralya yaban arısına Aha ha adını veriyor. Evet, Latince bazen de eğlence için kullanılabiliyor!
Uzun lafın kısası bilim dili olarak kullandığımız Latincenin şu an sadece bilim insanları tarafından kullanılması, “Bir dili son konuşan kişi öldüğünde, o dil de ölür” mantığına göre ölü dilleri bilimde kullanmak yanlış anlaşılmalara mahal vermemek açısından oldukça önemli görünüyor.