Havada uçuşan hakaretler, aşağılayan cümleler, sürekli yüksek perdeden, haykırırcasına bir ses tonu hatta küfürler… Siyasetçilerin pek çoğumuzu kilometrelerce öteye iten bu konuşma tarzları, ne işlerine yarıyor olabilir?
Sizi bazı konularda ikna etmesi ve onu desteklemenizi sağlaması gereken bir insanla sohbet ettiğinizi hayal edin. Size derdini anlatırken sesi giderek yükselse, bağırmaya, gergin ve agresif bir dil kullanmaya, karşıt bir fikir sunduğunuzda hakaret etmeye, sizi aşağılamaya başlasa ne yapardınız?
Bu soruya ‘güzel güzel dinlemeye devam eder, hatta anlattıklarına daha hızlı ikna olurdum‘ diyecek var mıdır, bilemem. Ancak bu senaryo sıradan bir sohbet esnasında değil de kalabalık bir miting alanında ya da bol izleyicili bir programda yaşanınca anlaşılan o ki bir noktada işe yarıyor…
Siyasetçiler bu gergin ve kaba dile sıkça başvuruyor; bu iletişim dili kitlelerce de kabul görüyor üstelik… İnsan ister istemez nedenini, nasılını merak ediyor
Tabii ki bu sorunun cevabını bilim insanları da düşünmüş ve pek çok araştırma yapmışlar. Bu araştırmalara göre cevap insan psikolojisinde saklı…
Anlamak için önce şuna cevap verelim; bir insan neden agresifleşir, küfür eder ve kaba konuşur?
Aslında cevap basit. Kızgınsak, öfkeliysek, haksızlığa uğramış hissediyorsak dilimizi kontrol etmede güçlük çeker ve kabalaşabiliriz. Küfür etmek ve agresif bir dille kaba konuşmak her ne kadar doğru bir davranış olmasa da, tamamen duygularımızla ilişkilidir ve ‘gerçek bir tepki’dir.
İşte bu da, bu tür bir iletişim dilini kullanan siyasilerin işine yarayan kısım aslında. Çünkü onu dinleyen ve ortak görüşleri paylaşan insanlar, duydukları kelimeler arasına karışan küfürleri ve iletişimin genel tavrını ‘haklı olduğundan emin olan, haksızlığa uğradığı için öfkeli’ birinin ağzından çıkan, duygulara dayanan gerçek tepkiler olarak değerlendiriyorlar. Daha rahat empati kurup sinirlendikleri bir konuya onunla birlikte sinirlenen siyasetçiye kendilerini daha yakın hissediyorlar.
Ayrıca yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu türden bir iletişim dili, siyasetçilerin söylemlerini daha güçlü hale getirebiliyor.
Fakat konu ikna etmeye gelince işin rengi değişiyor;
Çünkü siyaseten karşısında durulan bir fikrin bir de üstüne uygunsuz bir dille, hararetle ve öfkeyle savunulması, dinleyip anlayarak orta noktada buluşulabilmesi ihtimalini ortadan kaldırıyor. Bu kez tam tersi bir etkiyle mesajın inandırıcılığı kalmıyor; mesele ne anlatıldığından çok nasıl anlatıldığı oluyor.
Ayrıca bu kaba ve öfkeli dil ile kullanılan küfürler ve hakaretler, ayrıştırıcı bir dil olarak yorumlanıyor haliyle. Bu da kutuplaşmaları artırıyor; ayrıca toplumun kimi kesimleri için hakarete varan ifadeler, sınıfsal, ırksal ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa vararak işi giderek daha kötü hale getiriyor.
Günümüz ‘siz-biz’ siyasetinin bu dili bolca kullanması, amacın ikna ya da uzlaşma değil, duygu sömürüsü ile haklılığa inandırma çabasından ibaret olduğunu gözler önüne seriyor…
Ancak unutulmamalı ki, milyarlarca insanın yaşadığı bu gezegende, hele de toplumsal ve sosyal konularda tek bir doğrudan ve tek bir haklıdan bahsetmek mümkün değil. Bu da bize kavgacı değil kapsayıcı olmanın neden bu kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Tarafların kavgaya tutuşmadığı, toplumsal sorunların donanımlı politikacılarca çözüm odaklı tartışmalara konu olacağı, hakaretin, küfrün ve bağırış çağırışların azalarak biteceği bir gelecek temenni ediyor; bu muamelelere sürekli maruz kalan insanlar olarak biraz huzur diliyoruz.