Bir fizik sorusu çözmeye çalıştığımızda, spor salonunda ağırlık kaldırdığımız esnada ya da akşam yemeği hazırlarken beynimizin çalıştığına şüphe yok. Ancak günün yorgunluğunu atmak için kendimizi kanepeye attığımızda neler oluyor? Beynimiz çalışmayı yavaşlatıyor mu?
Beynimizin tıpkı telefonlarımız gibi kendini güç tasarrufu moduna aldığını düşünüyorsanız oldukça yanılıyorsunuz. Çünkü bu organımız, işe yarar bir şey yapmadığımızı düşündüğümüz zamanlarda bile aktif olmaya devam ediyor.
Peki, biz herhangi bir şeyle meşgul olmadığımız zaman beynimiz tam olarak ne yapıyor?
Aslında 20. yüzyılın sonlarına kadar, beynimizde neler olup bittiğinden bihaberdik.
Ancak teknolojinin gelişmesiyle birlikte artık çeşitli aktiviteler esnasında beynimizde neler olup bittiğini büyük oranda biliyoruz. Şöyle ki Marcus Raichle isimli bir nörolog, 2001 yılında fMRI ile beyin taramaları gerçekleştirdi ve beynin sırlarla dolu kapılarını aralamayı başardı.
fMRI ismi verilen bu çalışmada kişinin beyni, herhangi bir şeyle meşgulken görüntülenebilmişti. Örneğin kişi sağ eliyle bir düğmeye bastığında fMRI’da beynin sol yarım küresinin motor kortekse yakın kısmı aktifleşmişti.
Nörolog Raichle de kendi çalışmalarında bu yöntemi izlese de bir süre sonra incelediği kişinin, hiçbir şey yapmadığı zamanlarda da beyninin bazı bölgelerinin aktif olduğunu fark etti.
Üstelik bu bölgeler, beyin dışsal bir göreve odaklandığında aktifliğini kaybediyordu.
Kişi ne zaman dışsal olarak herhangi bir şeyle ilgilenmezse işte o zaman beynin bazı bölgeleri tekrar aktif duruma geliyordu. Raichle ise beynin bu hâlini negatif bir görev olarak tanımladı ve bu görev bölgelerinin, beynin dinlenmesinden sorumlu olduğunu tahmin etti.
Ancak nörolog, yine de bu negatif görev bölgeleri hakkında çalışmalarını sürdürdü ve deneye katılanlardan, tarama sırasında gözlerini kapatmalarını ve rahatlamalarını talep etti. Raichle’ın ulaştığı sonuçlar ise oldukça şaşırtıcıydı.
Dinlenme sırasında aktifleşen negatif görev bölgeleri, beynin geri kalanından çok daha fazla enerji harcamaktaydı. Bunun üzerine nörolog, bu aktiviteyi beyin fonksiyonlarının varsayılan modu olarak isimlendirdi.
Ayrıca Stanford Tıp Fakültesinden bir ekip de bu negatif görev aktivitesinin, etkileşim hâlindeki beyin bölgelerinden oluşan tutarlı bir ağ oluşturduğunu keşfetti.
Nöroloğun ve ekibin bu keşfi, tanımlanan ilk beyin ağlarından biri oldu ve bu ağ, beynin çeşitli bölgelerini etkiliyordu. Yine bu bölgeler de hafıza, tahmin, eylem değerlendirmesi, deneyim tekrarı ve ödül/ceza eylemleriyle ilişkiliydi.
Bu ağın işlevleri zaman içinde tıp dünyasının büyük oranda ilgisini çekti ve nörobilimciler, dışa odaklı bir görevin yokluğunda, beynin ne yaptığını sorgulamaya başladı. Yani biz hiçbir şey yapmıyorken, beynimizin ne yaptığı merak konusu oldu.
Bu noktada bazı araştırmacılar, varsayılan mod ağının ana işlevinin, hayallere dalma ve zihinde gezinme olduğunu ileri sürdü fakat farklı görüşler de vardı. Örneğin zihnimiz, bu ağ sayesinde geçmiş anılarla yolculuk yapıyor ya da beynimiz, bu ağ sayesinde bilinç akışını kontrol ediyor olabilirdi.
Fakat birbirinden farklı bu görüşler, aynı zamanda karışıklığa da sebebiyet verdi.
Çünkü varsayılan mod ağındaki çeşitli işlev bozukluklarının, yeni bir keşifle pek çok psikiyatrik ve nörolojik bozukluğu tetikleyebileceği ve hatta onların temel sebepleri olabileceği ortaya çıktı.
Aslında varsayılan mod ağı temel olarak; geçmiş deneyimleri hatırlama, geleceği hayal etme, zihinde gezinme, başkalarının zihinsel durumu hakkında düşünme ve dil işleme görevlerini yerine getiriyordu.
Aslında bu görevler ilk etapta birbiriyle oldukça alakasız gözükse de bilim insanları tüm bu işlevlerin, içsel bir bütün oluşturabileceğini ileri sürdü.
Kısaca varsayılan mod ağı, başka birileriyle ilişkilerimizde kim olduğumuzu düşünmemize ve bunlarla tutarlı bir öz anlatı oluşturmamızı sağlıyordu. Hatta kendi sesimizi ve yüzümüzü tanımamızı bile, varsayılan mod ağına borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz.