Gelin biraz da hayvanlar dünyasına göz atalım. Hatta onların da ilişkilerini ele alarak “sadece insanlar mı ömür boyu aynı eşle birlikte olurlar?” Sorusunun cevabını bulalım.
Hayvanlarda, eşlerini aldatmaktan ziyade doğaları gereği “çiftleşme” gerçekleştirdiklerini görürüz. Üstelik bu durum onlar için son derece normal. Peki biz insanlarda neden aynı durum söz konusu değil?
Belki bir su samuru, belki de ilgi göremeyince üzüntüden ölen bir fil… Birçok hayvan türünün aslında ömür boyu aynı eşle çiftleştiğini duymamız pek mümkün görünmüyor. Aramızdaki bu farkın bilimsel bir açıklaması var!
Hayvanlar aleminin ilişkilerine dair duyduğunuz her şeyi unutun.
Tek eşlilik, biz insanlar için bir ideali temsil etse de sadakatsizlik aldı başını gidiyor. Bu noktada da aslında insanlar için de “tek eşli” sınıflandırması yapmak doğru değil. Ancak istisnalar kaideyi bozmaz diyoruz ve hayvanlar dünyasında geçerli olan duruma odaklanıyoruz.
Doğada her şey, nihayetinde genlerini gelecek nesillere aktarmak için çaba sarf ediyor. Her canlının temel amacı, yavrularını dünyaya getirerek kendi genetik mirasını sürdürmektir. Çok eşlilik de aslında bu mirasın aktarımı için kullanılan bir strateji.
Peki hayvanları çok eşliliğe iten faktör nedir?
Tabii ki genetik çeşitlilik. Bir dişinin birden fazla erkekle çiftleşmesi, genetik olarak çeşitlilik sağlayarak daha sağlıklı ve dayanıklı yavruların doğmasına olanak tanır.
Ayrıca cinsiyet hücreleri üretimi açısından dişilerle erkekler arasında bir fark var. Sperm üretmek, yumurta üretmekten daha kolaydır. Ancak dişiler için işler böyle gelişmez; belli bir noktadan sonra daha fazla erkekle çiftleşmek, daha fazla yavru doğurmayı artırmaz.
Bu durum göz önüne alındığında çok eşliliği tercih etmek mantıklıdır.
Ancak tek eşlilik, belirli koşullar altında stratejik bir avantaj da sağlar. Bunlardan biri yakınlık faktörüdür. Bir türün üyeleri, birbirlerine yakın yaşadıklarında, çiftleşme ve birbirlerine alışma, sadık kalma eğilimleri de o denli artar.
İkinci önemli neden ise yavruların hayatta kalma şansını artırmaktır. Tehlikeli ve sınırlı bir ortamda yaşayan canlılar için ebeveynlerin birlikte kalması ve yavruyu birlikte beslemesi, yavrunun hayatta kalma şansını artırır.
Memelilerde ise durum tamamen fizyolojik.
Memelilerde, yavrunun bakımı genellikle emzirme gibi görevlerle dişiler tarafından gerçekleşir. Ayrıca araştırmalar gösteriyor ki memelilerin %3 ila 5’i sosyal tek eşliliği uyguluyor. Bu da sınırlı çiftleşmeyi doğuruyor.
Sosyal tek eşlilik de cinsel sadakatten ziyade kalıcı ve uzun süreli ilişkilere odaklanıyor.
Tek eşlilik üzerine yapılan araştırmalar, hormonların bu konuda belirleyici bir rol oynadığını göstermiyor.
Bir hormonun etkilerini algılayan protein yapıları olan vasopressin reseptörlerinin imha edilmesi durumunda, çiftleşme ile tetiklenen bağın engellendiği gözlemlenmiştir. Özellikle bu, sosyal bağlantılar, eş seçimi ve çiftleşme davranışları üzerinde etkilidir. Yani bu reseptörler aktif olduğu sürece çiftleri birbirlerine bağlayan bir şey ortaya çıkıyor.
Oksitosin hormonunun da bu konuda etkisini atlamamak gerek. Bu hormonun insanlarda bağ kurma sürecinde önemli bir rol oynadığı gözlemlendi. Ancak tek eşlilik konusunda hormonların ne kadar etkili olduğu hâlâ tam olarak çözülmüş değil. Bu yüzden tek eşliliğin genetik olduğu da bir ihtimal olarak düşünülüyor.